Yenidoğan bebeklerde doğumdan 24 -36 saat sonra görülen 15 güne kadar uzayabilen immatür yani henüz tam gelişememiş karaciğer fonksiyonları nedeni ile oluşan fizyolojik (doğal) bir durumdur. Yetersiz beslenme sarılığın görülme sıklığını ve şiddetini artıran en sık nedendir. Sarılığın biyokimyasal olarak değeri, sarılığın başlangıç günü, doğum haftası, diyabetik anne bebeği olması, zor doğum öyküsü olması, cinsiyeti gibi risk faktörleri belirlenip belli periyodlar da bebek takibe alınır. Fizyolojik sarılık 3. gün başlar 5.-7. günlerde en yüksek seviyede olur. Bu günlerde kandaki sarılık değeri nörotoksik (beyin dokusuna zararlı) düzeye ulaştığı zaman hastaneye yatırılır ve fototerapi tedavisi başlanır. Fototerapi cihazları halk arasında ışık tedavisi diye bilinen cihazlar; özel olarak ışık dalga boyları hesaplanıp yapılan özel cihazlardır. Evdeki floresan ve diğer ışık saçan lambalar fototerapi için asla kullanılamaz. Fototerapi alırken bebek mümkün olduğunca çıplak ve uzun süre cihazın altına konulur ve gözleri korunur. Çok yüksek sarılık değerlerinde gerekirse kan değişimi yapılır. 15-21 günden uzun süren sarılık değeri 10 mg/dl üzeri sarılıklar uzamış sarılık olarak değerlendirilir ve gerekli tetkikler yapılarak nedeni araştırılır ve yakın takibe alınır. Uzamış sarılık yapan hastalıkların tetkiklerinin hepsi normal çıkan ve bu hastalıklar dışlanan hastalarda uzayan sarılıklarda neden Anne Sütü Sarılığı olarak düşünülür, Anne sütü sarılığı iki aya kadar uzayabilir,sarılık değeri 10 mg/dl altına inene kadar takip edilir ve tek tedavisi sık sık emzirmektir. Sarılık her zaman fizyolojik (doğal) olmayıp patolojik yani bazı hastalıkların belirtiside olabilir.
Ateş düşürücüler (antipiretik) ,38’C nin üstünde çocuğu rahatlamak ve febril konvülziyonu önlemek için kullanılır.
Omega 3 yağ asitleri insan vücudunda üretilemeyen özellikle beyin ve retina için hayati önem taşıyan esansiyel (elzem) çoklu doymamış yağ asitleridir.
Ortalama 8.aydan sonra bir çocuk mama sandalyesine oturabilir,eliyle ağzına bir yiyecek götürebilir, fincandan su içebilir, kaşığı tutabilir. Bu yüzden Sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanımı ilk 1 yaşta başlar ve dikkat edilmesi gereken temel ilkeleri şunlardır;
Göbek bağı; doğumda bebeğin cildinin 1.5-2 cm üzerinden kesilir, klemplenir, üzerine temiz bir sargı bezi sarılır,günler içinde parlak, jölemsi şeklini kaybedip rengi kahverengiye döner, kurur ve 1-3 hafta içinde kendiliğinden düşer. Yenidoğan enfeksiyonlarının önemli bir nedeni göbek bağı etrafında kolonize olan bakterilerdir, bu yüzden doğumdan sonra göbek bağı TEMİZ VE KURU tutulmalı bakımı en az günde bir kez yapılmalıdır.Yapılan bazı çalışmalarda göbeğin kuru ve açıkta temiz bir şekilde bırakılmasının yeterli olduğu göbek bakımı için kullanılan antiseptiklerin ve alkol çözeltisinin göbeğin geç düşmesine neden olduğu da savunulmaktadır. Eğer gerçekten temiz ve kuru tutabiliyorsanız bakım yapılmayabilir. Göbek bakımı için Povidin İyot çözeltisi asla kullanılmamalıdır. Göbek güdüğü açıkta kalacak şekilde bezi bağlanmalıdır. Göbek düşmeden bebek yıkanabilir ancak göbek bağı yıkanırken korunmalı ve banyodan sonra hemen kurutulmalıdır. Eğer ki göbek güdüğü etrafında kızarıklık olursa, beraberinde bebeğinizde ateş olursa, göbekten irin aktığını ve kötü kokmaya başladığını farkederseniz hemen uzman bir hekime başvurunuz. Göbek bağı üçüncü haftada hala düşmemişse, düştükten sonra kanama mevcutsa, düştükten sonra göbekte parlak sarı bir görünüm mevcut olup akıntı olursa mutlaka uzman bir hekime başvurunuz.
D vitamini normal büyüme-gelişme, kemiklerin mineralizasyonu ve dişlerin gelişimi başta olmak üzere immün sistem,sindirim sistemi,kas sistemi,sinir sistemi, meme,prostat ve birçok doku için çok önemlidir. Anne sütü ve inek sütünde D vitamini az miktarda bulunur ve bebeğin günlük gereksinimini karşılamaz. D vitamini en çok balık, süt, yumurta, peynirde bulunur ve sentezi için güneş ışığı gereklidir. Besinlerde bulunan D vitamini çok düşüktür ve günlük ihtiyacı karşılamaz. Örnek vermek gerekirse bir yumurta sarısında 40 IU D vitamini bulunur ve bebeğinizin günlük gereksinimi için en az 10 adet yumurta sarısı yemesi gerekmektedir. Ülkemizde D vitamini eksikliği sık görülmektedir. Bu yüzden anne karnında bebeklere D vitamini geçişi de az olmaktadır. Sadece güneş ışığı da günlük D vitamini gereksinimini karşılamaz,sadece yazın alınan güneş ışınları da D vitamini depolanmadığı için bütün bir yıl boyunca yeterli olmaz Bu yüzden tüm dünyada tüm bebeklere doğumdan itibaren D vitamini profilaksisi başlanmaktadır. Bebeklere D vitamini profilaksisi başlamadan önce D vitamin düzeyine bakmak gerekmez ve önerilmez. Ülkemizde 1 yaşına kadar tüm bebeklere günlük 400 IU D vitamini verilmektedir. 1 yaşına kadar aylık kontrollerinde eksiklik düşünüldüğünde veya tetkiklerde saptandığında doz artırılabilir ve ihtiyacı düşünülen her yaşta kullanımı önerilmektedir. D vitamini eksikliğine bağlı hastalık oluşmuşsa (Raşitizm gibi) çok yüksek doz D vitaminleri tedavide uygulanmaktadır.Bebeğinize her gün verdiğiniz D vitamini toksik düzeyde değil günlük alması gereken azami miktar olduğu vitamin fazlalığı yapmaz. Bebeğinize zarar vermez. Piyasada bulunan D vitamini ilaçlarında koruyucu maddeler (BPA, Paraben, Ethanol) her ilaçta olduğu gibi bulunabilir, bulunan miktarların vücuda zararlı olmadığı Sağlık bakanlığınca açıklanmıştır. Yinede vermek istemezseniz koruyucu madde içermeyen saf D vitamini ilaçları da bulunmakta olup kullanmadan önce mutlaka doktorunuza yaşına uygun doz için danışılmalıdır.
ANNE SÜTÜ; Şu ana kadar yapılan ve yapılmakta olan araştırmalarda henüz açıklanamayan birçok özelliği olan daha alternatifi bulunamayan bir mucizedir. Anne sütü ilk altı ay bebeğin büyümesi için gerekli tüm besinleri içerir.Annede ve bebekte bulunan önemli birkaç hastalık (HIV,Tuberkuloz, Galatozemi, Fenolketonüri gibi) dışında ve kullandığı ilaçları sorguladıktan sonra ilk altı ay tek besin olarak öneriyoruz. Doğumdan sonra ilk haftalarda salgılanan süt kolostrum olup özellikle bebeğinizin bağışıklığı için önemli proteinler içermektedir ve her damlası çok kıymetlidir. Anne sütünün koruduğu hastalıklar özellikle ishal, otit, menenjit, enfeksiyonlar, obesite, diyabet, lenfoma, inflamatuar barsak hastalıkları vs. sayılabilir. Anne sütünde bol miktarda büyüme ve santral sinir sistemi gelişiminde önemli olan Taurin ve Glutamik asit aminoasitleri bulunur. Antioksidan özellikteki A,C ve E vitaminleri inek sütünden daha fazladır. Anne sütünde eksik olan K ve D vitamini de bebeklere dışarıdan verilmektedir. İlk 6 ay sadece anne sütü alan bebeklerde su önermiyoruz. Anne sütünü artırmak için anneye bol sıvı en güzeli bol su öneriyoruz. Sütün salgılanması için gerekli uyarı ilk aylarda iki saatte bir düzenli emzirmekle sağlanır. Bebeği sık emzirmek sütü salgılatıcı en önemli faktördür. İdeali 15'er dakika her iki memeyi emzirmektir. Eğer ki bebeğiniz herhangi bir nedenden dolayı ememiyorsa iki saatte bir düzenli sağılmalıdır. Anne sütü yapımı annenin beslenmesinden çok bebeğin doğru teknik ve sık aralıklarla emzirilmesi sonucu artar.
Üst solunum yolu burun ve ağızdan başlayarak ses tellerine kadar uzanan hava yoluna verilen isimdir. Bu bölgenin tamamı bir enfeksiyondan etkilenebileceği gibi bir bölgesi lokal olarak da etkilenebilir.
Parabenler; 1924 yılından itibaren tüm dünyada ilaç ve kozmetikte antimikrobiyal etkisi nedeni ile kullanılan koruyucu bir maddedir. 31 Mayıs 2010 tarihinde Avrupa İlaç Ajansı (European Medicine Agency) ilaçlarda kullanılan parabenin kanserojen ve zehirleyici etkisi olmadığını açıklamıstır. 26 Mayıs 2011 tarihinde Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu “Paraben”ile ilgili toplanmış ve bir açıklama yapmıştır. Bu kurul kararları şöyledir.
Çocukluk çağının en sık görülen nutrisyonel (besinsel) eksikliği ve anemisidir. En sık neden yetersiz alım olup,500 ml/gün üzeri inek sütü alımı, parazitozlar, kan kaybı, bazı doğuştan kalp hastalıkları ve diğer nedenleridir, Düşük doğum ağırlığı olan bebekler, prematüreler,inek sütüne erken başlamak, katı gıdalara erken başlamak, fazla çay tüketimi, yetersiz C vitamini alımı, az kırmızı et tüketimi, düşük sosyo ekonomik düzey, demir profilaksisine başlamamak ise risk yaratan durumlardır. En sık 6-24 aylar arasında görülür.
Bebeklerde genellikle doğumdan iki hafta sonra başlayan 4.aya kadar devam edebilen günün belirli saatlerinde başlayıp en az üç saat süren haftada en az üç gün karşılaşılan GEÇİCİ bir durumdur. Bebekte yüzde kızarma morarma bacaklarını karnına çekerek ağlama krizleriyle ortaya çıkan; erkek bebeklerde daha sık ; anne sütü alan bebeklerde daha nadir görülen yapılan çalışmalarda nedeni henüz net açıklanamayan bir durumdur. Laktoz İntoleransı, annenin gebelikteki stresinin yoğunluğu, aşırı barsak hareketleri, bebeğe aşırı uyaran verilmesi, aile içindeki huzursuzluk gerginlik olası nedenleri arasında gösterilebilir. Ağlama krizi esnasında dikkatini dağıtmak ve rahatlatmak için arabayla gezdirmek, karın ve sırta yumuşak masajlar, kucakta sarmalamak, su sesi ve ortam değişikliği, saç kurutma makinesi elektrik süpürgesi gibi yüksek ses ,ninni söylemek, banyo yaptırmak uygulanabilir. Ancak ısrarlı kolik ağrılar bazı hastalıkların semptomu veya ön habercisi olabilir.İdrar yolu enfeksiyonu en sık karşılaştığımız durum olup eğer bebeğinizin kolik ağrıları gün boyu devam ediyorsa hiçbir şekilde rahatlamıyorsa mutlaka uzman bir hekime başvurunuz. Anne sütü alan bebeklerde annenin beslenmesi de önemli olup acı, ekşi, katkı maddeli yiyecekler, kuruyemiş annede gaz yapan yiyecekler tüketimi azaltılmalıdır. Formül mama alanlarda kolik ağrılı bebekler için özel formule edilmiş mamalar mevcut olup hekim tarafından gerekirse önerilir. Nane, zencefil, meyankökü, dereotu, kimyon, rezene, şekerli su gibi bitkisel çözümler öneriliyor ancak allerji açısından dikkat edilmelidir. Bu bitkisel çözümler bebeğe verilmemelidir.Bitkisel çözümler dikkatli bir şekilde emziren annelere günde bir su bardağını geçmeyecek şekilde olması benim sahşi önerimdir.Klinik gereklilik halinde medikal tedavilerde (simetikon vs.) infantil kolik tedavisinde kullanılmaktadır.
En sık 2 yaş altında sonbahar ve kış aylarında sık görülen küçük hava yolu hastalığıdır. Akut Bronşiolit sıklıkla kış aylarında salgınlara yol açar. Özellikle düşük sosyo-ekonomik seviyesi olan ailelerde, kalabalık yaşam koşulları olan, sigara dumanına maruz kalan ve anne sütü almayan bebeklerde daha sık görülür. En sık etken Respiratuar Sinsityal Virüs (RSV) olup birçok virüs Bronşiolite neden olur. Nezle ve bazen hafif ateş ile başlayıp birkaç gün içinde öksürük, hızlı soluk alıp verme, çekilmeler, Wheezing dediğimiz ıslık şeklinde nefes verirken çıkan ses, hırıltılı solunum ile karşımıza gelir.
Çocukluk döneminde üst solunum yolu enfeksiyonlarından sonra en sık rastlanılan 2.enfeksiyonlardır.Yenidoğan dönemi dışında tüm dönemlerde kızlarda erkeklerden 5-10 kat fazla görülür. Yenidoğan bebeklerde özellikle sünnet olmamış erkek bebeklerde sık görülür.
Yenidoğan döneminden itibaren yapılmalıdır. Yenidoğan bebek insan yüzünü, siyah ve beyaz cisimleri, ışığı ve parlak cisimleri fark edecek kadar görür. 8.haftadan sonra bir eşyayı 180 derece izleyecek düzeye gelir.
Gelişimsel Kalça Displazisi (doğumsal kalça çıkığı) hipokrat döneminden itibaren bilinen bir sorun olmasına, yaygınlığına üzerinde bir çok yayın olmasına rağmen etiyolojik nedenleri halen daha netlik kazanmamıştır. Genetik, fiziksel ve mekanik nedenleri olmakla birlikte en sık makat doğum, oligohidramnios (az gebelik sıvısı) da karşımıza çıkmaktadır.Ülkemizde her 1000 canlı doğumda 5 veya 10 tane gerçek dogumsal kalça çıkığı ile karşılaşılmaktadır. Bu yüzden Sağlık Bakanlığı tarafından doğumdan ilk 48 saatte aileyi bilgilendirme ve 4. haftadan sonra klinik muayene ve ultrason kontrolü önerilmektedir. Kalça eklemi ultrasonu için önerilen süre üç aya kadar yapılmasıdır. Klinik muayene ve ultrason sonuçları beraber değerlendirilir ve gerekirse ortopedik muayene önerilir.
3.ay-5.yaş arasında en sık görülen kaza tipi DÜŞME‘dir. Özellikle 3. aydan sonra bir bebekde dönebilir ve düşebilir, bu nedenle yenidoğan döneminden itibaren bebekler koltuk, sandalye ve mama sandalyesinde tek başına bırakılmamalıdır. 6 aylıktan itibaren sürünme ve emekleme başlayabilir bu yüzden merdiven başlarına kapı yapılmalı ve sürekli kapı kapalı tutulmalıdır. Daha büyük çocuklar için pencereler tehlikeli olup korkuluklar yapılmalı gerekirse uygun açıklık için pencere kilitleri kullanılmalı veya kapalı tutulmalıdır. 18 aylıktan itibaren bir çocuk uzanabilirse kapı kollarını açabilir dikkat edilmelidir. Yürüteç kullanılması en önemli düşme nedenlerinden olup; yürüteçler çocuğun yürümesine yardım etmez aksine motor ve mental gelişimi geciktirir; eğer illaki kullanılmak istenirse de emniyeti yüksek olanlar tercih edilmeli ve çocuk asla yalnız bırakılmamalıdır. Ev içinde çocuğun hareket alanında kullanıldıktan sonra oyuncaklar ve ev eşyaları ortadan kaldırılmalıdır. Çocuğun bulunduğu ortamda keskin kenarlı ve sert yüzeyli eşyalar olmamalı var ise koruma bantları yapıştırılmalıdır. Çocuğun sürünmeye başladıktan sonra kaymaz halı ile yer yüzeyi kaplanmalıdır çünkü halı gibi yumuşak materyaller düşme olursa şiddetini azaltır. 1 YAŞINDAN KÜÇÜK HER BEBEK DÜŞTÜĞÜNDE MUTLAKA BİR HEKİM TARAFINDAN DEĞERLENDİRİLMELİDİR. Düştükten sonra bilinç kaybı, kusma, burun kanaması, açık kanamalı yara oluşmuşsa ve kafa travması varsa hemen acile başvurulmalıdır. Eğer düştükten sonra çocuk kollarını ve bacaklarını hareket ettiremiyorsa çocuk hiç yerinden kıpırdatılmamalı boyun korunmalı ve 112 aranmalıdır. Düşen çocuk hemen ayağa kalktı ise kafa travması veya başka bir travma bulgusu var mı diye kontrol edilmeli, nazik ve sakin davranılarak çocuk sakinleştirilmelidir. Basit yüzeysel yaralanmalara evde Baticon gibi antibakteriyel solusyonlar ile temizlenerek müdahale edilmelidir. Her çocuk düşerek kalkarak büyür ancak ailelerin görevi daha tehlikeli durumları önlemek için tedbir almak ve çocukları 5 yaşına kadar yalnız bırakmamaktır.
Günlük dışkılama sayısının artması ve kıvamının sulu olmasi ishal olarak tanımlanır. Özellikle 6 ay ve 2 yaş arası çok sık görülür. İshalli hastada en çok korkulan ve tedavi edilmezse ölüme neden olabilen komplikasyon Dehidratasyondur (sıvı kaybı). Aşırı dışkılama ve eşlik eden kusma su ve elektrolitlerin (sodyum, klor, potasyum, bikarbonat) aşırı kaybına neden olabilir. İshal, mikrobik olabileceği gibi mikropların salgıladığı toksinler, antibiyotikler, çeşitli ilaçlar, bazı mide barsak hastalıklarında, bazı hormonal bozukluk ve tümoral durumlarla oluşabilir. Yaz ishalleri genellikle mikrobik olup çoğu viral enfeksiyondur. En sık temiz olmayan suların tüketilmesi ile oluşur. Kişisel hijyen kurallarına dikkat edilmemesi, açık tuvaletler, açıkta satılan yiyeceklerin tüketilmesi böcek sineklerin çok olduğu yerlerde görülür. Dışkının çeşitli yöntemlerle incelenmesi ile tanı konulur. Ağızdan beslenememe, ateş ve kusma eşlik ettiğinde, dışkıda kan görüldüğünde mutlaka bir hekime başvurulmalıdır.Etkeni çoğunlukla viral olduğu için antibiyotikler etkisizdir. Tedavisi ağız yolu ile bol sıvı almak yada ağız yolu ile yeterli alamıyorsa damar yolu ile uygun sıvı desteği verilmesidir. Yağlı yiyecek, hazır gıda tüketimi, hazır meyvesuyu ve süt tüketimi kısıtlanmalıdır. Probiyotikler etki mekanizmaları nedeni ile tamamlayıcı tedavi olarak ishal ve kusma olan hastalarda önerilmektedir.
BPA sert plastiklerin içinde bulunan kimyasal bir bileşendir ve en çok gıda ve içecek ambalajlarında bulunur. Ayrıca su şişelerinde, biberonlarda, diş dolgularında, izolasyon maddelerinde, dişle ilgili aletlerde, tıbbi aletlerde, göz lenslerinde, DVD ve CD’lerde, evde kullanılan elektroniklerde ve spor aletlerinde bulunur. BPA, sahte hormon gibi davranıp vücudumuzdaki doğal hormonlarımızın fonksiyonuna ve salgılanmasına müdahale ederek sağlığımız için tehlike oluşturur. Bebekler ve küçük çocuklar, BPA’nın etkilerine karşı daha hassas olup yapılan çalışmalarda Astım, Tip 2 Diabet, Erken puberte, Meme kanserini tetiklediği, Beyin öğrenme ve hafıza fonksiyonlarını ,Yumurta ve Sperm kalitesini bozduğu ve vücudumuzda östrojen benzeri etki yapıp hormonal dengeyi olumsuz yönde etkilediği saptanmıştır. Uzmanlar, insanların BPA kaynağını paketlenmiş gıda ve içeceklerden aldığını söylüyor, yapılan çalışmalarda yetişkin idrarında %95 , çocuk idrarinda %93 gibi yüksek dozlarda saptanmıştır. Peki nasıl korunalım?
ENTEROBİUS VERMİCULARİS (KIL KURDU, OKSİYÜR) ,Tüm dünyada oldukça yaygın ılıman iklim bölgelerinde daha yaygın insandan insana bulaşan tüm yaş gruplarını etkileyen bir bağırsak solucanı yani parazitidir. Özellikle ilkokul çağında hijyene dikkat etmeyen çocuklarda, sosyoekonomik düzeyi düşük ailelerde, yurtlar, yatılı okullar, kreşler gibi toplu yaşanılan yerlerde sık görülür. Kıl kurdu sadece insanlarda bulunan bir parazittir, hayvanlarda bulunmaz o yüzden insandan insana bulaşır. Kıl kurdu taşıyan insanların poposunu kaşıdıktan sonra kirli elleriyle kıl kurdu yumurtalarını kapı kolları, oyuncaklar, ortak kullanılan havlular yatak takımlarına bulaştırması ile sağlam insanlara bu yumurtalar geçer ve bağırsaklarda kıl kurduna dönüşür. Kıl kurdu başlıca belirtileri; geceleri artan popo kaşıntısı, diş gıcırdatması, burun kaşınması, ağızdan gece yatağa salya akması, ağız kokusu, karın ağrısı, kilo alamama, gece idrar kaçırma, kız çocuklarında külotta akıntı, vajinal akıntı ve sinirliliktir. Kıl kurtları özellikle geceleri poponun kaşındığı sırada makat etrafına bakılırsa gözle görülebilir ancak yumurtaları gözle görülmez. Tanısı gaitada direk saptanması geceleri çıktıkları için zordur bu yüzden kesin tanı Selofan bant yöntemi ile yumurtaların saptanması ile konulur. Ancak bu test gaita yapmadan önce yapılmalıdır yoksa yanlış değerlendirilir ve çoğunlukla negatif sonuçlanır. O yüzden tedavi vermek için semptomların var olması ve gözle gaitada kıl kurdunun görülmesi yeterlidir. Tedavi; aile tedavisidir. Tüm aile fertleri tedavi edilir. Tedavi esnasında yumurtalar tırnak diplerinde yoğun olması nedeni ile tırnaklar kesilmeli, ortak kullanılan havlu ve çarşaflar yüksek ısıda yıkanmalı ve ortak kullanılması engellenmeli, kişisel hijyene dikkat edilmelidir. Korunmak için; Kıl kurdu olan kişiler ile havlu, çarşaf, bardak tabak, kaşık vb ortak kullanım olmamalı temas edilmemeli, tırnaklar kesilmeli, eller sık sık yıkanmalı ve kişisel hijyen kurallarına dikkat edilmelidir.
Sağlıklı bir çocukta büyüme temposu genetik yapıya bağımlıdır,yani çocuğunuz hem anneden hem babadan aldığı genetik bir yapı ile doğar ve bu genetik kodlar büyüme hızını belirler. Spor, beslenme, bulunduğu çevre, iklim gibi çevresel koşullarında büyümeye etkisi vardır ancak büyümenin temelinde genetik yapısı vardır. Miadında yani gününde doğmuş bir yenidoğanın ortalama boyu 50 cm kadardır. Doğumdan sonra ilk üç ay ve ikinci üç ayda 8’er cm, üçüncü ve dördüncü üç aylarda 4 er cm uzar. 1 yaşında çocuğun boy uzunluğu doğum ağırlığının 0.5 katı yani 50 cm doğmuş ise 75 cm olması gerekir. 1-2 yaş arasında boy uzunluğu yılda 10-12 cm olması beklenir. 2-4 yaş arasında büyüme hızı dahada yavaşlar ve yılda yaklaşık 7 cm uzar. 4.yaşında bir çocuk doğum boyunun iki katı olması gerekir.Yani 50 cm doğdu ise 100 cm olması beklenir.4 yaş ile ergenliğin başladığı 10 -12 yaşına kadar yılda 5-6 cm uzaması beklenir. 13 yaşında bir çocuğun boyu doğum boyunun 3 katı olması gerekir. Yani 50 cm doğdu ise 150 cm olması beklenir. 13 yaşından 18 yaşa kadar büyüme hızı ile hedef boyunu yakalaması gerekir. Hedef boy anne ve baba boyu ile biz hekimler tarafından hesaplanarak bulunur, bu yüzden her çocuğun farklıdır. Boy ölçümü standart boy ölçümü araçları ile yapılır. İlk iki yaşta yatarak, iki yaşından sonra ayakta ölçülür. Ölçülen değerler Türkiye için özel hazırlanmış büyüme eğrilerine göre (percentil çizelgesi) bakılarak değerlendirilir. Büyümenin doğum boyunun bulunduğu percentilde (eğride) devam etmesi istenir. Eğer ki bulunduğu percentilden daha alt bir percentilde veya daha yüksek bir percentilde büyüyorsa yakın takip edilir gerekirse ileri tetkik edilir,bir hastalık saptanırsa tedavisi başlanır. Boy ölçümleri için en ideal zamanlar doğumdan bir yaşına kadar 3 ayda bir, 1 yaşından 4 yaşına kadar altı ayda bir , 4 yaşından sonra her yıl ölçülmesidir.Biz pediatristler büyümeyi sadece boy ile değil,rutin kontrollerinde fizik muayenesi ve gerekli diğer ölçümleri yaparak,çocuğun genetik yapısını da göz önünde tutarak bir bütün olarak değerlendiririz. O yüzden çocuklarınızın rutin sağlık kontrollerini ihmal etmeyiniz.
Doğumda bebeğin ağzında görülen dişlere NATAL DİŞ, doğumdan sonra ilk 30 günde görülen dişlere NEONATAL DİŞ denir. Yaklaşık her 1000 doğumdan birinde görülebilmektedir. Natal ve Neonatal dişlerin %90’ı erken çıkmış süt dişleri, %10 uda fazlalık oluşmuş dişlerdir. Etiyoloji’si yani nedeni tam olarak aydınlatılamamıştır. En sık alt santral kesici dişler olarak karşımıza çıkar. Natal ve Neonatal dişler çoğunlukla izole olarak görülebilmekle birlikte herhangi bir sendromun parçası da olabilir, o yüzden bu dişler saptandığında sendromlar açısından bebek ayrıntılı olarak değerlendirilir. Eğer ki muayenesinde erken gelen süt dişi olarak değerlendirilmişse bebekte herhangi bir rahatsızlık yaratmıyorsa, emmesini etkilemiyorsa diş sallanmıyor, diş kökü yerinden hareket ettirilemiyorsa olduğu gibi bırakılıp takip edilir. Ancak diş kökü çok hareketli, diş sallanıyor ve emmeyi etkiliyor ve bebeğe huzursuzluk veriyorsa solunum yollarına aspirasyon riski ve dil yaralanma riski nedeni ile mutlaka çekilmelidir.
Fontanel yani Bıngıldak,iki kafa kemiği arasında bağ dokusu ile kaplanmış elimizle yumuşak şekilde hissettiğimiz pencere şeklinde yapılardır. Yenidoğan bir bebekte ön, arka ve ikişer tane yanlarda olmak üzere toplam 6 adet fontanel vardır.Yan fontaneller doğumdan hemen sonra kapanır. Arka fontanel üçgen şeklinde olup parmak ucu (0.5 cm) genişliğindedir ve 3 ay civarinda kapanır. Ön fontanel ise en çok elle hissettiğimiz olup doğumda çapı 1-4 cm arasındadır. En erken 3.ay’da en geç 18.ay’da kapanır. Nadirde olsa çocuklar fontanelleri kapalı olarak doğabilir, ancak kemikler arasında açıklık (suturlar) mevcut ise ve aylık baş çevresi ölçümlerinde yeterli baş büyümesi mevcutsa patolojik (hastalık) bir anlamı yoktur. Fontanellerin yukarıda belirttiğim tarihlerden önce kapanması varsa aylık baş cevresi takibi ile baş büyümesi değerlendirilir. Eğer ki fontaneller ölçüm olarak büyükse veya belirttiğim tarihlerde kapanması hala gecikmişse altta yatan hastalıklar açısından araştırılır. Bazen aileler panik şekilde gelir “Bıngıldağı hareket ediyor atım hissediyoruz” derler çoğunlukla bu durum normal olup ancak eşlik eden ateş veya başka bir semptom varsa ileri tetkik ve araştırma yaparız.Bu durumun normal olduğunu ancak muayene ile söyleyebiliriz bu yüzden mutlaka uzman bir hekim görmelidir.
Her yaş döneminde önemlidir ve mutlaka hekime başvurulmalıdır.Genellikle 2 yaşından sonra bir çocuk başının ağrıdığını rahatlıkla ifade edebilir. Çocuklarda baş ağrısı sıklığı yaşla artmaktadır. Okul öncesi dönemde bu şikayet % 15-20 iken, ergenlikte %75 e ulaşır.Başın ağrıya duyarlı yapıları vardır ve bunları etkileyen her türlü patoloji baş ağrısına neden olur. Yaşla birlikte baş ağrısı nedenleri farklılık gösterir.
Elektrik çarpması tehlikeli ölümcül sonuçlara neden olabilecek bir ev kazasıdır. Bebekler emeklemeye başladıktan sonra tehlike başlar. En büyük tehlike elektrik prizleri, kordonlar, fişler ve telefon şarj kablolarıdır. Bu nedenle tüm prizlere koruyucu kapaklar takılmalı,uzatma kablolarının açık uçları kapatılmalı, telefon şarj kabloları prizde bırakılmamalıdır. Eğer çocuğa elektrik çarptı ve çocuk halen elektrik ile temas halinde ise çocuğa dokunmadan elektrik panelinden elektrik kesilmelidir. Bu yapılamıyorsa bir parça tahta veya kuru kalın kumaş yardımıyla çocuk elektrik kaynağından uzaklaştırılmalıdır. Elektrik yanığının şiddeti vücutla elektriğin temas süresine, akımın gücüne ve tipine, elektriğin vücudun neresinden girdiğine bağlı olarak değişir. Elektrik Yanığı derindir ve dışarıdan küçük görülse de içeride daha şiddetli olabilir. Eğer çocuğun genel durumu iyi ise yanık bölgesine herhangi birşey sürülmemeli, soğuk uygulama yapılmalı, kuru steril bir bez ile örtülmeli ve en kısa zamanda Acil Servise başvurulmalıdır.
Anne sütü yapımı annenin beslenmesinden çok bebeğin doğru teknik ve sık aralıklarla emzirilmesi sonucu artar.Doğru emzirme tekniğinde,
Yanma çocukluk çağında karşılaşılan en sık kaza tipidir. %80 sıcak sıvılar nedeni ile oluşmaktadır. Yangın, duman inhalasyonu, elektrik, kimyasal yanıklar diğer nedenlerdir. Çocukların merak ve keşfetme duygusunun en fazla olduğu ilk 3 yaşta çok sık görülür. Basit önlemler yanıklardan korunmanın tek yoludur ve hayat kurtarıcıdır. Bir elde çocuk taşınırken diğer elde sıcak hiçbir şey olmamalıdır. Tencerelerin sapları ocakta ters bırakılmalıdır. Çaydanlık ve sıcak içecek bardakları çocuktan uzakta ve yüksekte olmalıdır. Sıcak su musluklarına dikkat edilmelidir. Çaydanlıklar ocağın arkasında tutulmalıdır. ısısı kontrol edilmeden hiçbir yiyecek veya içecek çocuğa verilmemelidir. Isınmak için kullanılan soba, radyatör ve ufo çocuklardan uzak tutulmalı ve çocukların dokunmaması için bariyer kullanılmalıdır. Güneşe çıkmadan önce güneş kremi sürülmelidir. Elektrik prizleri kapatılmalı, kablolar ucu açık bırakılmamalıdır. Ütü her zaman çocuktan uzakta ayrı bir odada yapılmalıdır. Yanında asla sigara içilmemeli, yanan izmaritler park bahçeye atılmamalı ve ortalıkta bırakılmamalıdır. Yanıklar derecesine, yanık bölgesine ve genişliğine göre tedavi edilir; 1.derece yanıklar hafif yanıklardır, 2.derece yanıklarda içi su dolu kesecikler yani büller oluşur, 3.derece yanıklar en ağır yanıklardır. Yanan çocuğun üstünde giysi varsa yavaşça çıkarılmalı yada makasla kesilerek çıkarılmalıdır. Yanan yüzey hemen soğuk su altında en az 15 dk tutulmalıdır. Asla buz uygulanmamalı veya diş macunu gibi başka birşey sürülmemelidir. Basit bir kızarıklık varsa ve yanık yeri küçükse yanık kremleri evde uygulanabilir ve yanan yüzey temiz bir sargı bezi ile enfeksiyon kapmaması için kapatılmalıdır. Eğer ki yanık yeri büyük ve genişse;üzerinde büller oluşmuşsa; el yüz ve genital bölge yanığı ise; elektrik ve kimyasal yanık ise, çocuk 1 yaşından küçükse yanık yüzeyi nasıl olursa olsun hemen acile başvurulmalıdır. Büller asla evde patlatılmamalıdır. Çocuklara ağrı ve acı veren bu yanık kazalarından korumak için basit önlemler yeterli olup, lütfen ebeveyn olarak üzülmemek ve üzmemek için çok dikkatli olalım.
Tüm yumurtalar gibi protein ve yağ açısından zengindir. Bir adet bıldırcın yumurtası yaklaşık 14 gram’dır ve 1.2 gram protein içerir. Bir tavuk yumurtası ise yaklaşık 60 gram’dır ve 6-7 gram protein içerir.Yani 4-5 adet bıldırcın yumurtası ancak bir tavuk yumurtası yapar. B1,B2 ve A vitamini açısından bıldırcın yumurtası tavuk yumurtasından daha zengindir. Demir ve potasyum içeriği 7 kat, fosfor içeriği 5 kat daha fazladır bu yüzden bıldırcın yumurtası böbrek hastalarına önerilmez ve sık tüketilmemesi önerilir. Bıldırcın yumurtasının tavuk yumurtası gibi alerjen olmadığı kabul edilir. Çocuklarda çiğ tüketilmemesi önerilir. Çocuklarda kullanım yaşı birçok kaynakta farklı belirtilmiştir (2 yaş,4 yaş,6 ay,1 yaş) benim şahsi önerim 1 yaşından önce kullanılmamasıdır ve içerdiği yüksek potasyum ve fosfor yükü nedeni ile bir seferde bir taneden fazla ve hergün tüketilmemesidir.
Türkiye İstatistik Kurumu’na (TÜİK) göre ülkemizde cep telefonu tablet ve bilgisayar kullanma yaşı ortalama 8 yaştır. Çocuk gelişim uzmanları,psikolog ve psikiyatristlerinin önerdiği genel yaş ise 12 yaş üstü hatta bazı yayınlarda 15 yaş önerilmektedir. Rus bilim adamları 5 yıllık bir çalışmada 5-12 yaş arasında cep telefonu kullanan çocuklarda kullanmayan yaşıtlarına göre Öğrenme güçlüğü, Beyin kapasitesinde düşme, Dikkat dağınıklığı saptamıştır. Okul öncesi tablet ve bilgisayarla tanışan çocukların bunların üç boyutlu hareketli dünyasına alıştığı ve okul döneminde uyaran eksikliği sorunu yaşayarak Öğrenme güçlüğü, Odaklanma sorunu ve Dikkat dağınıklığı ile karşılaştığı; ayrıca Yanlış duruş pozisyonları nedeni ile kas-iskelet sisteminde bozukluklar yaratabildiği, boyun-baş ağrıları yapabildiği saptanmıştır. Cep telefonu tablet ve bilgisayarların erken kullanımı çocukların sosyalleşmesini etkiler, içe kapanmasına neden olur. Hatta otizm ve otizm tipi bulgular saptanmasına neden olduğu kanıtlanmıştır. Peki ne yapalım nasıl davranalım?
Ek gıda’ya geçilen 6.ay’dan sonra yumurta çocuklara her gün verilmesi gereken ulaşılabilen en kolay en ucuz protein kaynağıdır. Sadece protein değil, demir, kalsiyum, folik asit, çinko ve A vitamininden zengindir. Her gün bir yumurta çocuklarda günlük protein gereksiniminin yaklaşık dörtte birini, demir ihtiyacının yaklaşık altıda birini karşılar. 6.ay’dan sonra yumurta en az 10 dk kaynatılmış şekilde yumurta sarısından 1/4 oranında başlanıp yavaş yavaş artırılarak kahvaltıya eklenir. Yumurta beyazı alerjik olduğu için genel olarak 1 yaşından sonra verilmesi uygundur ancak temkinli olarak yumurta sarısına geçişten sonra yavaş yavaş başlanabilir. Çocuğumda yumurta alerjisi var diye üzülmeyin çünkü bu alerji çoğunlukla geçicidir. Kahvaltılarınızda çocuğunuz hangi yaşta olursa olsun yumurtayı eksik etmeyiniz.
Tuvalet eğitimine başlamadan önce meleğinizin buna hazır olduğunu gösteren işaretleri sizler değerlendirmelisiniz. Çünkü hazır olmayan bir çocukta başarısızlığa uğrama olasılığı çok yüksektir. Çocuğun fiziksel, zihinsel ve psikososyal olarak hazır olduğunu gösteren belirtiler vardır.
Kuruyemişler vitamin, mineral, antioksidan, yağ, protein ve liften zengindir. Çocukların sağlıklı büyümesine ve gelişmesine katkı sağlarlar. Ancak yüksek alerjen özelliğe sahiptirler. Alerjen olmaları nedeni ile eskiden 3 yaşına kadar başlanmaması gerektiği savunulurdu ancak son yayınlarda 6.aydan sonra başlanabileceği belirtiliyor, yine de kuruyemiş konusunda birçok farklı görüşler mevcuttur ve tartışılmaktadır. Benim şahsi önerim ek gıda başlangıcında değil ek gıdaya başladıktan bir kaç ay sonra kuruyemişlere başlanmasıdır. Aile’de kuruyemiş alerjisi varsa daha temkinli olmalı, eğer bebekte erken başlangıçlı bronşiolit, egzema ve dermatit öyküsü varsa kuruyemişler beslenmede 1 yaş sonrasına ertelenmelidir. Kuru kayısı, ceviz, kuru üzüm mutlaka çocuk beslenmesinde olması gereken kuruyemişlerdir Ceviz iyi bir bitkisel protein zengin bir omega 3 kaynağıdır. Kuru üzüm demirden zengin, kuru kayısı ve diğer kuru meyveler iyi bir lif kaynağıdır. Fıstık,fındık, kaju ve antep fıstığı çok alerjen olması nedeni ile başlarken çok dikkatli olmalıdır. Kabak çekirdeği, ayçiçeği çekirdeği, nohut ve leblebi aspirasyonu çok sık görüldüğü için çok dikkat edilmelidir. Badem immün sistem güçlendiricidir ancak içerdiği kalsiyum ve oksalat içeriği nedeni ile böbrek taşı oluşum eğilimi olan çocuklara verilmemelidir . 3 yaşından önce aspirasyon riskini önlemek için tüm kuruyemişler küçük parçalar halinde ve ebeveyn kontrolünde verilmelidir. Beklemiş ve bayat kuruyemişlerin kanserojen bir madde AFLOTOKSİN içerdiği unutulmamalı ve taze kuruyemişler tüketilmelidir.
Ek gıdaya geçişte bakım veren kişinin en başta rahat ve kaygısız olması gerekir. Başlangıçta mümkünse tek bir kişi tarafından beslenme yapılmalıdır. Anne güleryüzlü hep pozitif mizaçta olmalıdır çünkü annenin kaygısını çocuk hemen algılar ve negatif bir süreç başlar. Aşırı ve abartılı sevinç gösterilerinden de kaçınılmalıdır. Sofraya ailecek oturmak, ailenin belli bir yemek yeme düzeninin ve alışkanlığının olması, çocuğunuza düzgün ve düzenli yemek yeme alışkanlığı kazandırmanın temel kuralıdır. Sofraya mümkünse ailecek oturulmalıdır. Yemek yerken ekran (TV,tablet,telefon) olmamalıdır. Aşırı kontrolcü, titiz yaklaşımlardan kaçınılmalıdır ısrarcı ebeveyn davranışları çocuklarda gerginliği ve stresi artırarak iştahı azaltır, o yüzden bu davranış şeklinden kaçınılmalıdır. Her çocuk farklı damak tadı ile doğar o yüzden her yeni besin deneyişinde red etme davranışı doğaldır ve başlangıçta olabilir, bu durumda 3-5 gün ara verip tekrar tekrar denemek önemlidir,referans kitaplarımızda x10 denemeye kadar denemeniz gerektiği vurgulanmaktadır. En önemlisi bu süreçte annelere tek gereken ise SABIR’dır. Ek gıda başlangıç sürecinde yaşanan olumsuzluklar çocukların tüm hayatını etkileyecek yemek yeme bozukluklarına neden olabilir. Unutmayın çocuğunuz sizin aynanızdır, siz ne kadar rahat ve pozitif olursanız onlarda o kadar rahat ve mutlu olurlar, yemek yemekten keyif alırlar.
Kefir günümüze kafkasya kültüründen gelen koyu kıvamlı, köpüklü, ekşimsi fermente süt ürünüdür. Güçlü bir probiyotik besindir. İçerdiği faydalı mikroorganizmalarla bağırsak florasını güçlendirir ve bağırsaktaki zararlı bakterileri yok eder, immün sistemi güçlendirir. Özellikle kabızlık şikayeti olanlara önerilir ve laktoz intoleransı olanlarda rahatlıkla tüketilebilir. B1,B12,K,A vitamininden ve Folik asitten zengindir. Bir su bardağı kefir çocukların günlük kalsiyum ihtiyacının yaşına göre %25-50 sini karşılar, protein ihtiyacının yaşına göre %25-50 sini karşılar. İdeali evde mayalanmasıdır ancak kefir mayasını bulmak zordur. İster sade isterse meyveli tüketilebilir. Tadı ekşimsi olduğu için ek gıda başlangıcında ben önermiyorum çünkü farklı besin tadı nedeniyle tadını sevmeyen çocuklarda renk ve doku açısından kendisine benzeyen diğer süt ve süt ürünlerinin reddine neden olabiliyor. Ek gıdaya geçtikten ve alıştıktan 8. aydan sonra bebeğinize tattırabilir severse küçük miktarlarda başlayıp yavaş yavaş artırarak verebilirsiniz. Ancak tadını sevmeyen çocuklarda zorlamayınız belki ara vererek daha sonra meyveli olarak vermeyi deneyebilirsiniz. Çocuğum kefir yemiyor sevmiyor diye üzülmeyin çünkü yoğurtta en güzel fermente doğal probiyotik besinlerden biridir. Yoğurdu sevmeyen yemek istemeyen çocuklarda ben kefiri alternatif besin olarak öneriyorum.
Ek gıdaya geçtikten sonra 7.-8. aylar’da DEMİR, PROTEİN, ÇİNKO, A VİTAMİNİ kaynağı kırmızı et ve beyaz et mutlaka başlanmalıdır. İlk olarak demirden zengin kırmızı etle başlanması önerimdir. Tazeliğine güvendiğiniz yağsız kuzu etinden çift çekilmiş kıymayı çorbalarına eklemekle başlayabilirsiniz. 8. aydan sonrada köfte yapıp minik minik parçalayıp parmak gıda olarak önüne koyabilirsiniz. 9.aydan sonra dana eti vermeye başlabiliriz.
Oyuncaklar eğer doğru oyuncak seçimi yapılırsa bir çocuğun nörolojik, fiziksel, zihinsel, sosyal gelişimini destekler Çocuk demek oyun demektir o yüzden oyuncaklar onlar için vazgeçilmezdir .
Bebeğinizin emerken sık sık emmeyi bırakması, bebeğinizin emmeyi reddetmesi, bebeğinizin huzursuz olmasının nedeni pamukçuk olabilir. Hemen hemen her yenidoğan bebekte rastladığım pamukçuk; etkeni bir mantar olan Candida Albicans’dır. Aslında bu mantar normal flora elemanıdır yani herkesin ağzında bulunur. Ancak yenidoğanlar da immun sistemi(bağışıklığı) henüz yeterli gelişmediği için,yaşlılar veya hastalık nedeni ile immun sistemi (bağışıklığı) baskılanmış kişilerde hastalık yaparak görülme sıklığı artar. Özellikle dilin üzerinde olmakla birlikte ağız içinde her yerde beyaz – sarı plaklar halinde görülür, bu plaklar kaldırıldığında kanayabilir.
Kliniğime başvuran her 10 bebekten en az 3 ünde rastladığım önlenebilir çok ağrılı bir hastalıktır. Anatomik(yapısal) olarak tırnağın yanlardan içe doğru kıvrık olması, tırnakların küt kesilmesi gerekirken yanlara doğru kıvrık kesilmesi, dar çorap ve ayakkabı, dar tulum, çift çorap giydirilmesi tırnağın anatomisini bozar ve tırnak batmasına neden olur.
Davranışlarımız ayna misali çocuklarımıza yansır. çocuklarda psikopatoloji yapabilecek olumsuz aile tutum ve davranışları ise;
Kabakulak aşısının düzenli uygulamasından sonra çocuklarda görülme sıklığı azalan viral bir hastalıktır. Günümüzde adölesan ve erişkinlerde daha sık görülür. Virüs ile enfekte kişinin tükürüğünün bulaşması ve damlacık yolu ile bulaşır. Başta yukarıda görülen tükürük bezlerini tutan bir hastalıktır, nadirde olsa diğer pankreas, testis tiroid gibi salgı yapan bezlerde etkilenebilir. Hafif derecede ateş ve tükrük bezlerinde şişme ile başlar. Şişlikler 3-7 günde geçer. Viral olduğu için antibiyotik tedavisi gerektirmez, yatak istirahati ve düzenli ateş düşürücü ağrı kesiciler, düzgün ve yeterli beslenme tedavi için yeterlidir. Enfeksiyonu geçirenlerde kalıcı bağışıklık sağlar. Anne daha önce geçirmiş ise veya aşılanmışsa anne sütünden geçen antikorlar bebeği 6.aya kadar korur Korunmada en etkin yol 12.ayda yapılan MMR aşısıdır. İlkokul 1.sınıftada rapel dozu yapılır. Nadirde olsa santral sinir sistemi enfeksiyonu da yapabilir. Bulaşma tükrük bezinin şişmesinden 24 saat öncesi ve 3 gün sonrası en sıktır, ancak 9 güne kadar bulaştırıcılığı vardır o yüzden tanı alan okul çocukları salgınlara neden olmamak için okula gönderilmemelidirler.
Su, vücudumuzda besinleri ve oksijeni organlara taşımak,vücut ısısını dengelemek, toksik maddelerin atılmasını sağlamak gibi birçok önemli görevi üstlenir.
Ateş vücudun enfeksiyona karşı geliştirdiği immun(bağışıklık) yanıtın bir parçasıdır.
Enteroviral virüslerden coxsackie virüs A16 en sık nedeni olup enterovirüs 71 salgınlara neden olur. 10 yaş altı çocuklarda daha çok görülmekle birlikte yetişkinlerede bulaşabilir veya yetişkinler enfeksiyonu taşıyabilir. Ateş, iştahsızlık, boğaz ağrısı ve öksürük gibi gribal semptomlarla başlar 1-2 gün sonra ağızda herpangina dediğimiz ağrılı lezyonlar olur. Bundan 1-2 gün sonrada el, el bilekleri, ayak, ayak bileği nadiren makatın etrafında popoda ve diğer bölgelerde yaygınlaşan önce kırmızı (maküler) sonra içi sıvı dolu (büllöz) kaşıntılı döküntüler oluşur. tedavi semptomatik olup çocuğun rahat yemek yiyebilmesi için ağız içi antiseptik solüsyonlar,ağrılar ve ateş için düzenli ateş düşürücü kullanımı öneriyorum. Ağır ve ağrılı ağız içi lezyonları olup oral alamayan hastalarda dehidratasyon gelişebileceği için hastaneye yatırılarak tedavi edilir. Hastalığın tamamen geçmesi 7-21 gün arasında değişmektedir. Bu hastalıktan korunmanın tek yolu hijyen olup özellikle çocuklarınızın ellerinin sık sık yıkanması ve kirli ellerin ağıza götürülmesi engellenmelidir.
Aile ve çocuk için ciddi bir anksiyete nedeni olan kronik bir sorun olan kabızlık; haftada üçten az dışkılama ve dışkılarken zorlanma olarak tanımlanır. Çocukluk çağı kabızlıklarının %90 nı fonksiyonel kabızlıktır. Fonksiyonel kabızlık en sık ek gıdaya geçiş zamanlarında, tuvalet eğitimi verildiği yaşlarda ve okula başlama çağında görülür. Bir kez kabız olan ve ağrılı dışkılama deneyimi olan çocuk ağrılı dışkılamaktan korktuğu için dışkısı geldiğinde tutarak yapmayı engeller, dışkı beklerse katılaşır sertleşir, zor çıkarılma esnasında anal fissür (makat çatlakları) na neden olur ve kanama olur. Her dışkısı geldiğinde bu döngü devam eder ve sorun kronikleşir. Fonksiyonel kabızlığın en önemli tedavisi SABIR dır. En başta aile bu konuda hekim tarafından eğitilir, tuvalet konusunda zorlayıcı olunmaması, her yemek sonrası tuvalete oturtulması, bol lifli gıda tüketimi ve hareketin artırılması önerilir.